Aktuelles
  • Herzlich Willkommen im Balkanforum
    Sind Sie neu hier? Dann werden Sie Mitglied in unserer Community.
    Bitte hier registrieren

[Türk Silahlı Kuvvetleri] - Turkish Armed Forces - Türkische Streitkräfte

TURKISH FIRM PROPOSED ITS LEOPARD 2NG SOLUTION TO FINLAND

03
JUN2015​
DYLAN VOSMAN
0 653 0


The modernization package was proposed to Finland which is still considering modernizing its Leopard 2A4 fleet. The Turkish firm proposed its Leopard 2NG solution to Finland. Other competitors were Rheinmetall Defence, Krauss-MaffeiThe modernization package was proposed to Finland which is still considering modernizing its Leopard 2A4 fleet. The Turkish firm proposed its Leopard 2NG solution to Finland. Other competitors were Rheinmetall Defence, Krauss-Maffei Wegmann and RUAG Defence.
The Turkish Land Forces Command (TLFC) currently owns a Leopard 2NG (New Generation) main battle tank. The vehicle is in fact a Krauss-Maffei Wegmann (KMW)-produced Leopard 2A4 battle tank of the service’s inventory modernized by Turkish state-owned firm Aselsan Elektronik Sanayi ve Ticaret.
The upgrade package provides the vehicle with improved fire power, protection and survivability.
The Leopard 2NG modernization package feature the installation of add-on ballistic protection and add-on mine protection modules, fire control system (consisting of sensors, gunner’s periscope, commander’s panoramic sight, situational awareness system, inertial navigation unit, interface, handles and associated electronic units), electrical gun and turret drives, command, control, communications, computers, and intelligence/battlefield management system or C4I/BMS (consisting of command control computer and software, tactical radios, intercom and display units), laser warning system, driver’s sight (front and rear sight units), automatic fire suppression system for the crew compartment, and the company’s SARP (Stabilized Advanced Remote weapon Platform) remote-controlled weapon station of coupled to 12.7mm heavy machine gun (or 40 mm automatic grenade launcher or 7.62mm light machine gun) and ATS-40 electro-optical payload.
The armor protection suite of German firm IBD Deisenroth Engineering consists of heavy track skirts, gun mantlet, turret, front armor protection, armor protection against improvised explosive devices, under belly protection, turret protection, and hull slat armor.
It is believed the TLFC field about 300 Leopard 2A4 vehicles that were received surplus from Germany.Command (TLFC) currently owns a Leopard 2NG (New Generation) main battle tank. The vehicle is in fact a Krauss-Maffei Wegmann (KMW)-produced Leopard 2A4 battle tank of the service’s inventory modernized by Turkish state-owned firm Aselsan Elektronik Sanayi ve
.
http://defence-blog.com/?p=5786


 
Wie Geil ist das Video.

Der Türke fliegt damit in 45 Sekunden auf 15.000 Fuß

Die Griechen fliegen mit dem Kampfjet zum Bankautomaten

Um diese Inhalte anzuzeigen, benötigen wir die Zustimmung zum Setzen von Drittanbieter-Cookies.
Für weitere Informationen siehe die Seite Verwendung von Cookies.
 
Ist dochn Traum mal selbst sowa zu erleben alter.

Ich verabscheu zwar Krieg, aber sowas hat schon seinen Reiz.
 
Ist dochn Traum mal selbst sowa zu erleben alter.

Ich verabscheu zwar Krieg, aber sowas hat schon seinen Reiz.

Solange es die Menschheit gibt , wirst du den Krieg weiterhin verabscheuen müssen. Kurz nachdem 2. Weltkrieg lautete der Aufruf aus einer Stimme, daß Kriegsgräuel in so einer Dimension sich nicht wiederholen darf. Hat man ja gesehen.

Aus der Vergangenheit haben unsere Militärs ihre Lehren gezogen. Die Fähigkeit der Armee an mehreren Fronten zur Stelle zur sein, gehört zum Haptdoktrin des türkischen Militärs.
 
Ein interessanter Statement über den Bau des ersten türkischen Flugzeugträgers von Admiral Cem Gürdeniz



[h=1]O gemi Türkiye için neden önemli[/h]
o-gemi-turkiye-icin-neden-onemli-2905151200_m2.jpg


29.05.2015

26 Mayıs 2015 günü, Meclis'te CHP tarafından bir soruşturma önergesi verildi. Bu önerge Deniz Kuvvetlerinin en önemli kuvvet yapısı projelerinden birisi olan Havuzlu Çıkarma Gemisi LPD üzerineydi. Söz konusu projenin SSİK kararı ile hangi tersaneye verildiği veya maliyet farklılığı bu yazının ilgi alanına girmiyor. Zira Türkiye’de kamu ihalelerinin geldiği nokta, yazarın bu konuda yorum yapmasını gereksiz kılıyor. Kamu kaynakları üzerinden ihaleler yolu ile ilkel birikimin teşvik edildiği ve yeni zenginler sınıfının yaratıldığı bir dönemde bu konuda yazmak, maalesef suya yazmak gibi. Yazarın aklından ve gönlüden geçen bu ihalenin Deniz Kuvvetleri tarafından yüklenilmesi ve dizayn dahil her şeyi ile milli bir proje olmasıydı. Ancak önergede projenin gerekliliği de sorgulandığından bu konuda kamuoyunu aydınlatmak, söz konusu projeye emek harcamış ve Balyoz kumpası ile tasfiye edilmiş bir amiral olarak sorumluluğumuz ve hakkımızdır.
17 DEVLETİN LPD’Sİ VAR
Önce bir kaç tespitle yazıya başlayalım.Günümüzde sanayileşmiş büyük devletler dışında Cezayir, Şili, Endonezya, Singapur, Tayvan ve Tayland gibi küçük ve orta çaplı devletlerin de aralarında bulunduğu 17 ülkenin LPD tipi gemisi var. Bunların içinde doğal uçak gemisi durumunda olan ada veya yarımada devletinin de çok sayıda LPD’ye sahip olduğunu not edelim. Bundan çok değil 20 yıl önce sadece dünyada sadece beş devletin (İtalya, İspanya, Hollanda, ABD ve İngiltere) LPD tipi amfibi gemisi vardı.
21’NCİ YÜZYIL DENİZ YÜZYILI OLACAK
21nci yüzyılın siyasi haritası okyanus ve denizlerdeki mücadelelerle şekillenecektir. Bu mücadele hem bölgesel, hem kıtasal, hem de küresel çapta olacak. Zira küresel ekonominin hem deniz diplerine, hem canlı kaynaklarına hem de deniz ulaştırmasına ihtiyacı var. Her iki alana hükmeden küresel hegemonyaya sahip olacak. Soğuk savaş sonrasında 21’nci yüzyıl başına kadar okyanuslara ve denizlere ABD mutlak bir şekilde hükmediyordu. Ancak Çin’in yükselişi ve Rusya’nın 2000 sonrası toparlanması bu gidişata dur dedi. Her iki ülkenin deniz gücüne büyük bir yatırım atağı söz konusu. Tek hedefleri ABD’nin söz konusu deniz hegemonyasına hiç olmazsa kendi hayati çıkar alanlarında karşı koyabilmek, diğer alanlarda ise meydan okuyabilmek. Artık eski paradigmadaki kıtasal ve deniz hegemonyaları arasındaki rekabet 21’nci yüzyıldan sonra ABD ve Avrupa’nın temsil edildiği Atlantik Blok ile Çin ve Rusya’nın temsil edildiği Pasifik Blok arasında denizde yaşanacaktır. Yani deniz, denize karşı olacak. Atlantik yapı bu gerçeğin bilincinde sadece Çin ve Rusya değil, gelecekte kendine rakip olabilecek bölgesel ve kıtasal tüm deniz güçlerinin gelişmesine, kendi kontrolü dışına çıkmasını önlemeye çalışıyor. Türkiye de Osmanlı İmparatorluğundan bu yana karasal paradigmanın dışına çıkmadı ya da çıkarılmadı. Çıkmaya çalıştığı dönem, Balyoz ve diğer kumpas davalarla önlenmeye çalışıldı.
ABD OKYANUSLARI BIRAKMAK İSTEMİYOR
CIA’nın gölge düşünce kuruluşu STRATFOR’un direktörü George Friedman şöyle söylüyor: [1]
“Amerikan gücünün temeli okyanuslar. Okyanuslara egemen olması diğer devletlerin ABD’ye saldırmasını önlüyor, gerektiğinde ABD’nin müdahale etmesine imkân tanıyor ve ABD’ye uluslararası ticaretin kontrolünü veriyor. ABD’nin bu gücü kullanmasına gerek yok. Ama başka herhangi birinin kullanmasına da izin vermemeli. Küresel ticaret okyanuslara bağımlıdır. Okyanusları kim kontrol ediyorsa küresel ticareti de o kontrol eder. Güç dengesi stratejisi, bir çeşit deniz savaşı ve Amerika’nın görevi denizleri kontrol etmesini tehdit edecek meydan okuyucuların güçlenmesini engellemektir[2]:. .… ABD’nin fiziki güvenliğini sağlamak için dünya okyanuslarının üzerinde tam hâkimiyet ve uluslararası ticaret sistemi üzerinde kontrolü güvence altına almak esastır. ABD tüm okyanusları kontrol etmektedir. Tarihte hiçbir güç bunu yapamamıştır. Bu kontrol sadece ABD güvenliğinin temeli değil aynı zamanda uluslararası sisteme şekil verme gücünün temelini oluşturur. Eğer ABD onay vermezse hiç kimse denizlerde hiçbir yere gidemez. Günün sonunda dünya okyanuslarının kontrolünü sürdürmek ABD için en önemli jeopolitik bir hedeftir.”
SİKLET MERKEZİ, TÜRK DENİZ KUVVETLERİ
Atlantik sistem Türk Deniz Kuvvetlerinden rahatsız olmuştur. Balyoz başta olmak üzere tüm kumpas davaların siklet merkezinin Deniz Kuvvetleri olduğunu artık sokaktaki vatandaş dahi biliyor. Deniz Kuvvetlerinin hedefe oturtulmasının temel nedenlerinden birisi son 20 yılda NATO ya da Atlantik sistemin çıkarları için değil, ulusal çıkarlar uğruna strateji, doktrin üretmesi ve gücünü kullanmasıydı. Diğer bir neden de Hava Kuvvetlerimizin tam aksine dışa yani ABD’ye bağımlılık sorununu milli savunma sanayi projeleri ile aşmış olmasıydı. Bugün Savunma Sanayi Müsteşarlığı Türkiye’nin en hızlı gelişen kamu kurumlarından birisi olmuşsa başlıca nedenlerinden birisi Deniz Kuvvetleridir. 2010 yılında ODTÜ’de katıldığım bir seminerde dönemin Savunma Sanayi Müsteşarı Murat Bayar, ‘Savunma Sanayiinin lokomotifi Deniz Kuvvetlerimiz ‘dir demişti. Haksız değildi. Bunun en önemli iki nedeni MİLGEM ve Savaş Yönetim Sistemi, Genesis’in Deniz Kuvvetleri tarafından geliştirilmiş olmasıydı. Deniz Kuvvetleri soğuk savaş sonrası 21’nci yüzyıl küresel siyasi konjonktürü en iyi okuyabilmiş ve yönetebilmiş kuvvettir. Bugünkü kuvvet yapısını gerçekleştiren amiral ve denizcilerin hemen hemen tümünün Balyoz kumpası ile 4 yıla yakın hapis yatmış olmaları aslında ne kadar başarılı olduklarının da göstergesidir. Zira Deniz Kuvvetleri yaptıkları ile emperyalizmi son derece rahatsız etmiştir.
NEDEN LPD YAPIYORSUNUZ
Tasfiye edilmeden önce değişik zamanlarda üç kez Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanlığı görevinde bulundum. Strateji üretmek ve kuvvet planlaması yapmaktan sorumlu bu başkanlık görevim sırasında ABD ve Avrupalı bazı müttefiklerimizle yaptığımız karargah görüşmelerinde tarafıma en çok sorulan soru, neden LPD tipi bir gemiyi kuvvet planına aldığımızdı. Zira bu geminin Yunanistan’a ve dolayısıyla AB ile Atlantik yapıya gelecekte tehdit oluşturacağını düşünüyorlardı. Onlara gereken cevaplar veriliyordu. Ancak Atlantik yapının sadece bu projeden değil, aynı zamanda Havadan Bağımsız Tahrikli (AIP) denizaltı projemizden de rahatsız olduğunu biliyorduk. Taraf, Bugün ve Zaman gibi emperyal yapı kontrolündeki gazetelerde özellikle 2009 sonrası AIP denizaltı projesine yönelik yoğun saldırılar bunun bir işaretiydi.
LPD PROJESİ BU HÜKÜMETİN DEĞİL
Havuzlu Çıkarma Gemisi (LPD),MİLGEM ve AIP denizaltı projesi gibi mevcut hükümet döneminde kuvvet planına alınmış bir proje değildir. Yani çok önceden,deniz tarihimizden dersler çıkarılarak planlanmıştır. Örneğin soğuk savaş yeni bitmiş ve Yugoslavya parçalanma sürecindeyken Bosna’da onbinlerce soydaşımız katledilirken İstanbul’dan kuş uçuşu 600 deniz mili uzaklıktaki Adriyatik’te bırakalım askeri müdahaleyi,Bosnalı soydaşlarımız ve akrabalarımız için bir tahliye operasyonu bile gerçekleştiremedik. Benzer durum 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde yaşandı. Gölcük’e yabancı donanmalar afet sonrası, tahliye ve insani yardım için sıra sıraLPD’lerini gönderirken biz seyrettik. Nedense tarihimiz hep tekrar ediyor. 1963 kanlı Noel’inde Kıbrıs’ta büyük bir katliam yaşanmıştı. O dönemdeğil 600 mil, 75 mil öteye gidecek tek çıkarma gemimiz bile yoktu. Rumlar Türkleri katlederken, Deniz Kuvvetleri çaresiz şekilde adaya nasıl güç intikal ettireceğini tartışıyordu. Sonuçta gidemediler. 1974 yılına kadar 10 yıl beklediler. Ancak o zaman amfibi filomuz hazır hale gelmişti.
LPD PROJESİ SİYASET ÜSTÜ BİR DEVLET PROJESİDİR
LPD projesi aynen AIP denizaltı projesi gibi Türkiye’nin jeopolitiğine hükmeden hükümetler üstü bir devlet projesidir. Balyoz kumpasına ve komuta yapısının gelecek 30 yıl için dağıtılmış olmasına rağmen, "Türk deniz gücünün bu coğrafyada duraksamaya asla tahammül edemeyeceğinin" emperyalizme verilmesi gereken bir mesajıdır.
Bu gemi ve gelecekte tedarik edilmesi gereken ikinci gemi, Türk Deniz Kuvvetlerinin 21’nci yüzyıldaki gelişiminin omurgasını oluşturacaktır. 21‘nci yüzyılda Türkiye bu coğrafyada tutunabilmek istiyorsa kesinlikle güçlü ve caydırıcı bir donanmaya sahip olmalıdır. Bu kapsamda geminin Atlantik ve Hint Okyanuslarında yani Anadolu yarımadasının periferisinde kullanılacak olmasının proje tanımlama dokümanına koyulmuş olması son derece doğrudur. 2009 yılı öncesinde TBMM’Maradona seçkin milletvekillerimiz dahil, kaç kişi zamanı gelince Türk Donanmasının Hint Okyanusunda deniz haydutluğu ile mücadele kapsamında sürekli fırkateyn dolaştıracağını tahmin ederdi? Bugün kaç kişi, Ortadoğu ve Afrika’da yaşayan Türklerin ya da Türk işçilerin gelecekteki bir krizde muharip tahliye harekatı ile tahliye edilmesi gerekebileceğini hayal ediyor? (Geçmişte yaşananlar muharip olmayan tahliyelerdi.) Ya da beklenen İstanbul depreminde veya 43milyon vatandaşımızın yaşadığı 28 sahil ilimizden birinde meydana gelebilecek doğal afetlerde triajkontrolü ile aynı anda 3000 kişiye acil hastane işlevi görebilecek ve çok sayıda iş makinesini deniz üzerinden her tip küçük deniz aracıyla birlikte sahile intikal ettirebilecek bu geminin faydalarını düşünebiliyor?
Bu geminin gelecekte, 7/24 esasıyla üzerinde taşıdığı göreve hazır bir amfibi tabur ve helikopterleriyle (dikine iniş-kalkış yapabilecek uçaklar dahil) terörle mücadeleden, doğal afetlerde yardıma; muharip tahliye harekatından amfibi harekata kadar kadar çok geniş bir görevspektrumu söz konusudur. Ancak hepsinden önemlisi bu gemi, tüm dünya 21’nci yüzyılda denizlere yönelirken Türkiye’nin bu yönelişteki yerini belirleyecek en önemli araçlarından birisi olacaktır. Türkler kürekten yelkene 100 yıl geç geçti. 19 ve 20 nci yüzyıllarda sanayi devrimini ıskaladı. Fahri Korutürk gibi lider bir Deniz Kuvvetleri Komutanına rağmenABD ve NATO’nun Karadeniz tuzağını aşamadı. Donanma, çevre denizlerimiz olan Ege ve Akdeniz’de ancak 1964 Kıbrıs olaylarından sonra sürekli varlık göstermeye başladı.
DONANMANIN BÜYÜMESİVE DENİZCİLEŞME DURDURULMAMALIDIR
1990’lardan sonra tam anlamıyla kendisine güvenerek açık denizlere ve okyanusa çıkan, strateji, doktrin ve teknoloji üreten bir kuvvet iken Cumhuriyet Donanması hükümetin, parlamentonun ve kamuoyunun gözü önünde Balyoz ve diğer kumpas davalarla karşılaştı. Medyada akla gelmeyecek alçak, ahlaksız ve hain saldırılara uğradı. Karacı hakimiyetindeki yüksek askeri komutanlık, Deniz Kuvvetlerini koruyamadı. Artık ders almamız ve Türklerin denizlere ve okyanuslara erişimini dolayısıyla deniz uygarlığına erişimini engelleyecek emperyalist tuzaklara düşmememiz gerekir.Parlamentoda temsil edilip, denizcileşmeyi hükümet programına koyan tek bir siyasi partimizin olmamasına rağmen,21’nci yüzyılda mutlaka denizcileşmeliyiz. Bu ülkü, Anadolu’da tutunabilmenin gereğidir. Osmanlı bu gerçeği cehaleti nedeniyle göremediğinden yok oldu. Denizcileşmenin lokomotifi de dünya tarihinde de yaşandığı üzere donanmalardır. Aynı durum ülkemiz için de geçerlidir. Denizcileşmenin lokomotifi durdurulmamalıdır.
Amiral Cem Gürdeniz
Odatv.com
 
Zurück
Oben