Aktuelles
  • Herzlich Willkommen im Balkanforum
    Sind Sie neu hier? Dann werden Sie Mitglied in unserer Community.
    Bitte hier registrieren

Hellas voller Musik, Witz, Lust, Lebenslust

ich bin, ehrlich gesagt, schon ein wenig beindruckt von dir,
du hast nicht rumgeschimpft und du hast dich auch bemüht,
dafür ein ganz dickes bravo von mir.

Dein Satz ist so zu formulieren:

... ich habe die ganze Zeit über das Gefühl, daß ich der Wand irgendetwas zu erklären versuche ...

oder

... ich habe das Gefühl, daß ich über die ganze Zeit der Wand irgendetwas zu erklären versuche ...

Suche dir aus, was deinem Sinn näher kommt ;)

Wir sind Osmanen… schlechte Wörter passen zu uns und unserer Philosophie nicht…
 
so soll es auch sein

Wie schaut es aus??? stoßen wir auf ein glas Raki? :D

raki_icki.jpg
 
Adem & Kerim stin Russia.

Adem & Kerim stin Russia.

Nachdem der Türkei-Sänger Adem in Deutschland rein zufällig vor einer Telefonzelle seine Muttersprache ROMEIKA hörte, die die Sprache sprechenden Menschen ansprach und ihm daraufhin die Augen aufgingen, daß er einen griechischen Dialekt sprach, änderte sich bei ihm vieles. Viele Lieder sind seitdem sehr bewußt in RUMCA aufgenommen worden, andere Sänger folgten ihm, auch Autoren schreiben über diese Kultur inzwischen wieder, jedoch nicht frei der Gefahren, so der RUM und Autor Ömer Asan in seinem Werk Pontus Kültürü.

Für Adem eröffnete sich plötzlich ein ganz neuer Horizont, er sieht nicht mehr Feinde um sich, sondern was anderes.

Hier ist er zu Besuch bei den RUM des Landes Russland.
Blépe ta matia tou, kai ta xili tou, lámpune kau jeloúne.

YouTube - Adem & Kerim stin Russia.

pontosKapak.jpg

OU TON THEO! PONTOS KÜLTÜRÜ


Ömer Asan

Ninemin, ani korkularında bilinç dışı olarak kullandığı bir ürküntü ifadesiydi "Ou ton theo!". Türkçe karşılığı "Aman tanrım!" olan bu ürperik ünlem, biz çocukları çok güldürürdü. Ninemizi tekrar tekrar korkutup, yüzünün ifadesini görmek için can atardık. Yıllar sonra ani korkular yaşadığımda, hiç de gülünecek bir durum olmadığını, tam tersi, insanın ömründen saatler, günler çaldığını hissettim bu ünlemle açık edilen duyguların. Ninem bizi affetsin.

Önsöz yerine yazmaya karar verdiğim bu denememde ve devamındaki makalelerimde, "bilinen korkular"dan kaynaklanan otokontrol unsurunu kullanmamak için hatırı sayılır bir çaba sarf ettim. Her Türk aydınının, yazı yazarken bir takım hassasiyetleri ve cezalandırılmayı göz önüne alarak bilinçli veya bilinçaltı kullandığı otokontrol mekanizmasının, aslında çoktan aşılması gereken meseleleri ertelemekten başka bir işe yaramadığı kanısındayım. Çünkü söz konusu hassas durumları yaratanlar aydınlar değil. Gel gelelim, çözüm üretmek, duyarlı olmak ve meselelerin vebalini üstlenmek yine aydınlara düşüyor.

Suni Bir Mesele: Pontos
Son yıllarda ortaya atılan Pontos Meselesi, iç ve dış düşman sıkıntısı çeken, işlerine gelmeyen her konuyu mesele etmeye hazır "milli" stratejistlerimizin imdadına Hızır gibi yetişti. Arayıp da bulamadıkları bir tehdit(!) daha oluşmuştu. Devamında, ülkemizin, 21.yüzyılda Pontos adlı "siyasi" bir sorunu yokken, konu, kamuoyu önünde çeşitli tv kanallarında saatlerce monolog halinde konuşuldu. Bir yandan, ülke içinde Pontusçu (ne demekse) muhataplar aranmaya, diğer yandan aynı konuda ardı ardına makaleler ve kitaplar yayımlanmaya başlandı. Sonunda Pontosçu olarak -doğrudan söylenmese de- Pontos Kültürü adlı kitabım nedeniyle hedef olarak ben seçildim. Yapılan yayınlar, ihbarlar ve provokatif saldırılar sonucu hakkımda açılan davada bu nedenle suçlandım. Oysa DGM'ye sunduğum savunmamda belirttiğim gibi, farklı görüşlerime rağmen, ayrılıkçı bir düşüncenin üreticisi veya savunucusu hiçbir zaman olmadım. Ancak, stratejistlerimiz amaçlarına ulaşmışlardı; konu hakkında hiçbir bilgisi olmayan ve çoğunluğu Pontos sözcüğünü ilk defa duyan halk "Aman tanrım! Bu da nereden çıktı?" demeye başladı. Fobi pazarlamacıları, tellallarıyla birlikte mal bulmuş Mağribi gibi, halkımızın gözünün içine baka baka "tehdit"lerini savururken, aydınlarımız, halkımızın "Bu da nereden çıktı?" sorusunun yanıtını aramaya başladılar.

Korku Politikası
Trakyalıların, koyunlar için söylediği "ürkütmeden sayamazsın" sözü beni epeyce düşündürür. Bu önerme, insanoğluna uyarlanır mı bilmem; ancak sık sık çeşitli yöntemlerle, sayılmak değilse bile saygınlığımızı yok etmek için koyun yerine konularak ürkütüldüğümüz, korkutulduğumuz bir gerçektir. Çünkü arka planı tehditlerle beslenen "korku salma", iktidarların, statükoyu korumak isteyenlerin bir "idare" ve psikolojik savaş yöntemidir. Bu yöntemle, yönetim beceriksizlikleri, topluma yapılan ve yapılmak istenen haksızlıklar, haksız sermaye edinimi ve birikimi ustaca/kolayca örtbas edilebilmektedir.

Doğduğumuzda, taze ciğerlerimize çektiğimiz ilk oksijenin de etkisiyle, olabildiğince, -yasak nedir?- bilmeden bağırırız. Büyüklerimiz, bunu olağan bir ağlama olarak algılar. Önce hoşgörüyle katlanılan bu doğal tavrımız, büyüdükçe susturma çabalarına maruz kalır.

İnsanın az olduğu dağlarda, gezinirken "Ulaaaa" diye bağırırdık ses perdelerimizi zorlayarak. Kimseyi korkutmak için değil, korkularımızı dağıtmak için. Kimi zaman dağlar (devlet değil) sesimizi yankılayıp bize geri gönderir, müthiş bir haz duymamızı sağlardı. İstediğimiz gibi bağırmak ve karşılığını aynı şekilde almak ne kadar rahatlatırdı bizi. Şimdi, toplum içinde utangaç bir şekilde bile sesimizi çıkarmaya çekiniyoruz. Acaba diyorum bazen, bizi biraraya korkutmak için mi topladılar? Hiç bağırmayalım, ses vermiyelim diye mi? Korku ve itaat duygusu, davranışlarımızın baş yönlendiricileri oldu artık.

Özgürlük mü? Yine dağlarda öğrendim bu duyguyu da; yani tehlikelerle dolu doğaya kafa tutarken. Çünkü karşıma kurt mu, ayı mı, çakal mı çıkacağını bilemezdim. Buna rağmen çocukca bir itaatsizlikle korkularımla yüzleşmekten çekinmez, aksine mutluluğu böyle elde edebileceğimi düşünürdüm. Gökyüzü ile çimenler arasında heyecan, korku ve tutkularımla yürürdüm, yaylama, özgürlük (tezek) kokan obamıza doğru.

Kurtların, ayıların, çakalların varlığı pek az dağlıyı geri çevirmiştir bugüne kadar. Ancak bir toplumun içinde özgür olmanın veya özgürlüğe yürümenin yayla yolculuğuna benzemediğini gördüm; adım başı ayılar, kurtlar, çakallar...

Uzak tarihi bir kenara koyalım. Geride bıraktığımız yüzyılda, samimi olarak statükoya karşı düşüncelerini ifade edenler; hep saldırılara uğramış, hain, sapık, bölücü v.b. ilan edilmişler. Kimileri, inatla ve her şeyi göze alarak düşüncelerini savunmuş, kimileriyse yenilgiyi kabul etmiş veya etmiş gibi görünüp susmayı yeğlemişler. Statükocular, yani mevcut durumu ve düşünceleri koruma yanlılarıysa, karşıtlarını tehlikeli birer ekmek düşmanı ya da özgürlük kıvılcımı olarak gördüklerinden şiddete başvurmayı ve bastırmayı kendilerine hak olarak bilmişler.

İnsanlık Mirasının Tahribatı
Pontos ismi ile ilişkilendirilen ve sorun olarak toplumumuza sunulmak istenen dil-kültür varlıklarını, değişik başlıklarla tartışmaya açmış olduğum için burada söz konusu etmeyeceğim. Ancak gözden kaçırılan bir başka konuyu -yeri gelmişken- irdelemekte yarar var.

Devletimizin milli politika haline getirdiği tarih, din, kültür, doğa (eko) turizmi projeleri, tehdit yaygaraları nedeniyle Karadeniz bölgesinde hayata geçirilemiyor. Oysa aynı amaçlı turizm hizmetleri Kapadokya'da sınırsız bir şekilde yabancı turistlere sunularak, bölgeye yılda iki milyonun üstünde ziyaretçi çekiliyor. Hatta devletin izniyle, kutsal günlerde ayinler düzenlenmekte, farklı inançlardaki insanların özgürce ibadet edebilmeleri sağlanmaktadır. Böylece milyarlarca dolar gelir elde edilmekte ve bu gelirin büyük bölümü Nevşehir, Ürgüp, Göremeli'ler arasında paylaşılmaktadır.

Trabzon Sumela Manastırı, dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan üç yüz milyon Ortodoks Hristiyan için az sayıdaki kutsal hac merkezlerindendir (Efes ve Kapadokya gibi). Bu amaçla son yıllarda restore edilen manastır; dini, tarihi ve turistik ziyarete elverişli duruma getirilmiştir. Daha da önemlisi, dünyada sayılı bir doğa-flora kültürüne sahip bir coğrafi alandadır Trabzon ve Sumela. Dolayısıyla, yapılabilecek iyi tanıtım ve organizasyonlarla yalnızca Trabzon'a milyonlarca ekoloji meraklısı yabancı turistin getirilmesi, hiç de hayal ürünü değildir. Ayrıca, birçok ülkede gruplar halinde Trabzon ve çevresi kökenli, yaklaşık 3 milyon Hristiyan yaşamaktadır ki hiçbir kentin sahip olamayacağı turizm potansiyelidir. Bu potansiyeli değerlendirmenin tek yolu, tıpkı yerli-yabancı turizm şirketlerinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın öncülüğünde yaptığı "Kapadokya Turizmi" gibi, din, kültür, tarih, doğa içerikli bir "Pontos Turizmi" projesini uygulamaktan geçmektedir. Ancak, yaratılan ve dayatılan fobiler nedeniyle böylesi bir projeyi kabul ettirmek oldukça güçtür. Çünkü ülkemiz coğrafyası bazı kafalarca gerçek anlamda bölücü/ayırımcı bir zihniyetle yatırım alanları ve yatırım dışı alanlar, diye bölünerek resmen tescil edilmiş gibidir.

Söz konusu olumsuz durumun sorumluları, Karadeniz'i yatırım alanı dışı tutan, Karadeniz'in ve halkının bu ülkenin doğal bir parçası olduğunu kabul etmek istemeyenlerdir. Ülkemizde varlığını sürdürmekte olan her yurttaşın kökenini, çeşitli zorlama ve dayatmalarla Orta Asya steplerine kadar uzatmaya çalışan, itiraz edenleriyse hain olarak sınıflandıran söz konusu çevreler, en başta, -sadık olmaları gereken- devletimizin anayasasını ihlal etmektedirler.

Kim bu dayatmacılar? Bunlar milliyetçi görünümü altındaki bölücü-gericilerdir. Bunlar, Karadeniz'de son on beş yıldır sürdürülmekte olan seks turizmi ve ticaretiyle milyarlarca doların yurt dışına kaçırılmasına göz yumarken, çekinerek gelen bir avuç bölge kökenli turisti kovmakla, izlemekle ve rahatsız etmekle övünürler. Ardından, Vazelon Manastırı'nın geride kalan birkaç duvar ikonasını kireçle kapatıp (Afganistan'da Buda heykelini bombayla havaya uçuran Taliban zihniyeti), Trabzon'un tarihi ve kültürel mirasına düşmanlık ederler. Bu da yetmez; Kafkasya, Rusya, Ukrayna'dan alışveriş için gelenleri, kısa zamanda zengin olma amacıyla "kazıklayıp" ülkelerine göndermede birbirleriyle yarışırlar.

Saydığım nedenlerden dolayı, Trabzon, Karadeniz şimdi bomboş ve başıboştur. Çocukları, torunları gurbette veya başka illerde/ellerde yaşam kurmuş olan ve sayıları gittikçe azalan inatçı yaşlılar dışında, ıssızlığa direnç gösterebilecek kimse kalmadı. Koca coğrafya ve insanları kültür erozyonuna uğramış, sosyolojik doğası tahrip edilmiş, yol yapma amacıyla sürdürülen katliamlarla kıyılar, köyler, yaylalar, dağlar, kısacası tüm doğal-kültürel SİT alanları, başıboşluktan yararlanan bir avuç sonradan görme asalak "zengin"in yüz karası inşaatlarıyla geri dönüşü olmayan yıkımlara sahne olmuştur. Yaşadıkları coğrafyaya ihanetin daniskasını yapan söz konusu zihniyet, ne yazık ki, tüm insanlığa ait olan bir mirası yok etmekte, halkın refah düzeyinin yükselmesinde, ulusal ve uluslararası birliğin sağlanmasında en büyük engeli teşkil etmektedirler.

Sonuç
Gelecek adına en doğru ve insancıl amacın, tek tipliliğe, tüketicilikle sınırlanmışlığa karşı olan ve neyi satın alacağının bilinmesini istemeyenlerin kendini ifade edebileceği bir dünya düzeni olduğu düşüncesindeyim. Zorbalığı yenilgiye uğratmanın bir ütopya olarak algılandığı şu zaman diliminde, ilk adımın, Voltaire'nin önerdiği gibi, herkesin kendi bahçesini temizlemesiyle atılabileceğini söylemek safdillilik olmasa gerek.

Dünyadan bihaber yaşadığım çocukluk yıllarımı saymazsam, tam otuz yıllık bir zaman kesitinde kötü yönetilen yurdumda kendimi bir tutsak gibi hissettim. Yıllardır düşüncelerimi istediğim şekilde ifade edebileceğim bir an için statükoya ve tek tipliliğe karşı gücüm yettiğince mücadele ettim. Güneşi, yağmuru, dağları, çiçekleri çocukluğunda doyasıya hissetmiş bir insanoğluyken, şimdi, ömrümün geri kalan kısmını kabuğuna çekilmiş korkak bir tosbağa gibi yaşamayı kabul etmiyorum. Çünkü korktukça "olası" özgürlüğümden uzaklaşıyorum.

Bu kitaptaki araştırmalar, makaleler ve DGM'ye sunduğum savunmam, ender de olsa korkularımı yenebildiğim ya da uzaklaştırdığım sıralarda kaleme alındılar. Pontos dâhil pek çok 'soru'nun yanıtını, yalnızca muhatabı olduğum için değil, baskı altında tutulan düşlerimi- düşüncelerimi ifade etme, benim gibilerin ihtiyacı olan, açık bilgi ambarına katkı ve bahçemizi temiz tutma adına, olabildiğince serbest (özgür değil) bir şekilde verdiğimi sanıyorum.
Pontos kültürü, Ömer Asan Satın almak için

spacer.gif
spacer.gif
spacer.gif
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT] Ayrıca Bak
Trabzon Rumcası: Pontusça Türkçe Sözlük

Romeika nedir? Pontusça, Trabzon Rumcası
-
OU TON THEO! PONTOS KÜLTÜRÜ PONTUS KÜLTÜRÜ
www.karalahana.com
 
Zurück
Oben