Klar war der Westen fortschrittlich, die Wüstenläufer aus Saudi Arabien waren eher damit beschäftigt alles zu verteufeln, was nicht (geistig) in die Burka will.
Aber auch durch opportunistische Politik die sie gemeistert haben, haben sie so einige Länder wie Saudi Arabien unter ihre Fittiche bekommen.
Wir alle finden nicht alles richtig was Atatürk so getan hat.
Ich finde persönlich seine Symbolik des Laizismus in der Türkei sehr wichtig. Seine Zeit zB. als Soldat interessiert mich nicht.
Man respektiert ihn dafür, dass wir Dank ihm nicht in zig Besatzungszonen aufgeteilt sind.
Die meisten haben doch eh nur ein wenig wissen über ihn.
Mich zB. hat sein Leben nicht zu 100% interessiert. Man liest ab und zu was und gut ist.
Ich finde für die meisten ist Atatürk nur eine reine Symbolik. Keiner vergöttert ihn wirklich.
Du übertreibst, natürlich wird die arabische Regierung kritisiert.
Sufismus und Salafismus verlangen das Gleiche, beliebter Titel der Sufis war türk. Dede-Grossvater, Vorfahre, Vorgänger, Sufismus verlangt die Dedes zu folgen. Auf arab. ist Salaf-Vorfahre, Vorgänger und Salafsmus verlangt die Salaf zu folgen, beide wollen also das Gleiche einfach auf verschiedene Sprachen... Sufismus war für die Osmanen typisch und Salafismus war für die Abbasiden typisch.
Sure 51:49. Und von jeglichem Ding haben Wir Paare erschaffen, auf daß ihr euch vielleicht doch besinnen möchtet.
https://de.m.wikipedia.org/wiki/Dede_(Titel)
Wer ist denn zu seiner Zeit so weit zu sagen "wenn meine Aussagen den Erkenntnissen der modernen Wissenschaft widersprechen, dann wählt die Wissenschaft"?![]()
Wer ist denn zu seiner Zeit so weit zu sagen "wenn meine Aussagen den Erkenntnissen der modernen Wissenschaft widersprechen, dann wählt die Wissenschaft"?![]()
Die Menschen sind hauptsächlich Eierköpfe die populistischen Sprüchen eine gewisse Romanze entgegen bringen.
Glaubst du das die ganzen Nachfolger der CHP so tief in die Materie gegangen sind obwohl sie ständig in seinem Namen Politik betrieben haben? Nein.
Das Einzige was die geleistet haben war irgendwann, dass sich ne CHP Abgeordnete auf die Bühne gestellt hat und im Namen Atatürk gesagt hat, dass man in einem atheistischem Staat lebt. Oder mal nen türkischen Opa abgeführt und verprügelt haben, weil er den Koran gelesen hat.
Zack, wunderbar vorbereitet für die kommende politisch religiöse Bewegung die Erdogan hervor gebracht hat und jetzt kloppen die sich weiter.
yeni osmanlıcılara tokat niteliğinde ahmet haşim'e ait 3 eylül 1919 tarihli bir mektuptur.
not: günümüz türkçesiyle bir uyarlamasına ait kaynak verebilecek suser varsa entry düzenlenecektir.
"sevgili refik,
ihtimal sana fazla yazıyorum. fakat ben bundan memnunum. bulunduğum noktalardan sana doğru uçurduğum bu mektuplarla pervaz-ı evraktan hasıl olmuş ve bütün mesafeler boyunca mümted, maddi ve manevi bir bağ ile kendimi sana bağlı tutmak istiyorum. muhaberatımızın bu tevâlisi seni iz'ac ediyor mu?
geçen mektubumu niğde'den yazmış ve o mektubu gönderdikten sonra livanın bütün kazalarını teftişe çıkmıştım. yirmi gün süren ve nice bağ ve bahçe safalarına rağmen ruhumda hiçbir hakikî lezzetin hatırasını bırakmayan bu devrenin hitamında bu ikinci mektubu gene niğde'den yazıyorum.
gördüğüm anadolu hakkında bilmem sana ne yazayım? evvelâ bu kıta-ı arazide kimler yaşıyor? görülen harabelerin banisi hangi cins mahlûkattır? bunu, köy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz haraba yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. anadolu köylüsünü tasnif-i mahlûkatta karıncalar nevine ithal etmeli fikrindeyim. gündüz ağaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin namütenahi sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, "gıda" fikr-i sabitiyle sersemleşmiş, neşesiz ve yorgun bir insaniyetin mesai-i müşkilesine tesadüf olunur. sanki, cehennemî bir fırın karşısından yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya madde-i gıdaiyeyi biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlarına doğru çekip götürmekle meşgul görünür. tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi...
fakat boğazlarının kârına olarak aklın bütün melekâtını ret ve iptal eden bu adamların boğazı da memnun etmekten pek uzak bulundukları, en zenginlerinin evinde geçirilen bir gecenin sabahında, nefis bir yemek diye sofraya getirilen suyla pişmiş menhus bir fasulyanın barsaklarda tevlid ettiği gazat ve ıstırabat ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin maksatsız hayatına, boşa giden gulâne mesaisine karşı derin bir elem duymamak kabil değildir. refik; ankara'da, almanya imparatorunun anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir heyet-i tıbbiyenin bazı büyük rütbeli erkânıyla görüştüm. bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar tetkikatlarını sıhhatli eşhas üzerinde(mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, anadolu türklerinin karınları kurtlarla mahmul ve kanları bu kurtların ifraz ettiği tufeyliyat ile meşbû bulunuyor. cinsi, yakın bir inkıraz ile tehdit eden bu hâlin sebebi neymiş bilir misin? noksan tagaddi.
her ne kadar garip görünse de anadolu türkleri henüz ekmek imalinden bile bîhaberdirler. yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı.
bilâ-istisna vasıta-ı cerleri kağnıdır. ellerinde esir olan öküzler ve bu neviden hayvanat için en zalim bir muhayyilenin bile icâdından aciz kalabileceği -bununla beraber batî, dar ve maksada gayr-ı salih bu âlet- hiç şüphe yok ki, devr- i hacerî keşfiyat ve âlâtındandır. kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun anâsır-ı hafiyye-i hayatına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade azîm ve hevl-engiz bir karafatma hissini veren tarihe âşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla dara ve keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde menkûş iptidaî arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanatın çektiği azabı gördükçe, onu sevkeden âsûde köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim.
anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini istimalde ve onu kabil-i istifade bir hâle sokmak için buldukları çarelerin tenevvüünde görülür. tezeğin bu adamlar nezdindeki kıymeti şâyân-ı hayrettir. sürüler meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri bir nokta-i ziyaya cezp edilmiş gibi, öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adamlarla koşarak, öküz g...tünden düşen en ufak b...k parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan hadekaları fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. bu b...lar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın hamîresi yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar hâline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar. anadolu'nun duvarları bu öküz muzahrefatıyla sıvalıdır. bütün havalarında o rayiha teneffüs olunur. yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir. eski mısırlılardan ziyade anadolular apis öküzüne hürmet etmeliydi. öküz, burada hayat-ı umumiyenin zenbereğidir.
evlerine gelince, onlar da öyle: duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. baca nedir, bilir misin? dibi kırık bir testi. kızılırmak havalisinde, büsbütün hane inşasından da feragat ederek, toprağın mahiyet-i hususiyesinden bilistifade dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi imrar-ı hayat ederler. nevşehir'den yarım saat beride güvercinlik namında kovuklardan müteşekkil bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmaya şâyân bir köydür.
anadolu, külliyen temizlikten mahrumdur. sakallı celâl'in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda inkılâp edeceğini sen de bilirsin.
anadolu, hemen serapa firengilidir. anadoluların güzelliği de bozulmuştur. bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, heyet-i umumiyede o kadar topal, topalların o kadar envaı, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan şekl-i eşyayı bozan muhaddeb bir camla etrafa bakıyorum zanneder. mamafih güzel oldukları zaman da güzelliklerinin emsalsiz olduğunu itiraf etmeli. siyah, derin ve titretici gözlerle insana bakan şalvarlı, mevzun anadolu kadınları; sizleri nasıl unutacağım? gençleri, insanın bazen en mükemmel bir nümunesini temsil ederler. fakat, bunlar, nadirattandır, refik. anadolular hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu bahsi burada kesiyorum. anadolu seyahati artık benim için nihayet buluyor demektir. bundan da mahzun değilim.
iâşe-i umumiye'de ahiren hasıl olan tebeddül -ki şüphesiz bundan haberdarsınız- üzerine bizim vazifemizin yeni teşkilât dairesinde devam edeceği bildirilmiş ise de yakında tezkeremizin elimize verileceğini ve her birimize gene kıt'alarımızın yolu irade edileceğini muhakkak zannediyorum. bugün istanbul'dan, arkadaşlarımın birinden aldığım bir mektupta bu tahavvülün vukuu üzerine hemen levazım'ın nüfuzlu erkânından birine müracaatla benim için teşebbüs ettiği ve neticenin yakında bildirileceği yazılıyorsa da hiçbir teklifi kabule kendimde arzu bulmuyorum. harbin nihayetine kadar bizim koca kumandanın kanadının altından daha emin bir yer yokmuş. bunu, evvelce anlayamadığıma teessüf ediyorum. ve bırakılan yere avdette insanı utandıran bir hâl hissetmeseydim hemen çantamı toplayıp aydın'a gelmekte bir dakika tereddüt etmezdim.
niğde teftişi hitam bulmuştur. iâşe heyet-i teftişiyesine girdiğim günden beri kazandırmış olduğum meblağ iki bin liraya baliğdir. benim ziyanım ise pek çoktur. evvelâ sıhhatim bozuldu. hayli keçi eti yedim. birçok da beyhude masraflar ettim. ve rahatımdan da birçok şey kaybettikten sonra yerimden de oldum. yakında, belki, üç gün sonra istanbul'a gidiyorum.
Man muss im Bezug auf die Türkei realistisch sein. Das Land vor der Gründung hat in den Balkankriegen 1,4 Millionen Soldaten verloren, die 0,6 Millionen, die zurückkahmen, waren entweder krank oder behindert. Die Alphabetisierungsrate betrug 3-4 Prozent. Die infrastrukturelle Tiefe so wie Bildungswegen und Gesundheitswesen im katastrophalen Zustand. Lange verschollen glaubte Krankheiten kamen auf. Die Errungenschaften der Republik sind nicht von der Hand zu weisen aber man kann auch nicht innerhalb 90 Jahren, dass wir deutsche Verhältnisse erreichen.
Was haben wir vorzuweisen?
Folge dem Video um zu sehen, wie unsere Website als Web-App auf dem Startbildschirm installiert werden kann.
Anmerkung: Diese Funktion ist in einigen Browsern möglicherweise nicht verfügbar.
Wir verwenden essentielle Cookies, damit diese Website funktioniert, und optionale Cookies, um den Komfort bei der Nutzung zu verbessern.
Siehe weitere Informationen und konfiguriere deine Einstellungen