Türkiye'de Din Dersi ve Aleviler
Liselerde okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri pek çok Alevi genç için tatsız anılarla dolu. Bu konuda zaman zaman uç örnekler yaşandı ve öğretmenlerle öğrenciler arasında tartışmalar hiç eksik olmadı. Tartışmanın dozunu ise çoğu zaman din dersi öğretmenlerinin öğrenciye yaklaşımı belirledi. Çoğu imam hatip ve ilahiyat fakültesi mezunu öğretmenler arasında zaman zaman, Alevilerin “ana-bacı” tanımadıklarını söyleyecek derecede önyargılı olanlara rastgelindiği bir gerçek. Üç yıl önce Cem’de yayınlanacak bir söyleşi için şahkulu Dergahı’nda görüştüğümüz gençlerden biri, okuduğu lisede din dersi öğretmeninin, Alevilerin aile içi cinsel ilişkiye girdiğini söylediğini belirtmiş ve okulda uzun süre yaşanan gerginlikten söz etmişti. Sorun diğer öğretmenlerin ve velilerin protestosu sonucu, öğretmenin bir başka okula atanmasıyla hallolmuş! Bu belki de yaşanabilecek en uç örnek ve eminiz ki pek çok din dersi öğretmeni, ortaçağ karanlıklarından fırlayıp gelmiş bu iğrenç iftiranın doğru olamayacağını kavrayacak sağduyuya sahip. Ancak çoğu zaman bu denli ileri gidilmese bile, din dersi öğretmenlerinden, rahatlıkla, Alevilerin Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisinde “aşırı” gittiklerini, sapkın olduklarını vesaire duyabilirsiniz.
O an sınıfta bulunan Alevi çocuklardan biri itiraz edecek olsa dahi, inancına dair ailesinden öğrenebildiği bilgilerle -ki yakın tarihlere kadar pek çok aile Alevi olduklarını çocuklarından gizliyordu- din dersi öğretmeniyle boy ölçüşemeyecek konumda olduğundan bu gereksiz polemiği dahi sürdüremez ve öğretmenin küçümseme, alay dolu sözlerini çaresizce dinlemek zorunda kalır.
İşte “laik” ve demokratik” Türkiye Cumhuriyeti’nde, üstelik bilginin bu denli kolay ulaşılabilir olduğu “internet çağı”nda devlet tarafından sürdürülen yok sayma politikasının sonuçları. Aleviler düne kadar mahallelerinde komşularından Alevi olduklarını gizleyerek yaşamak zorundaydı. Binbir güçlük içerisinde inşa olunan cem kültür evleri, bu sıkıntıyı aşabilme konusunda ailelere kuşkusuz belli bir güven vermekte. Ama katedilecek yol zorlu ve uzun bir yol. Anne ve babalar bugün de çocuklarına Alevilik konusunda yeterli bilgi veremiyor ve çevrelerinde hissettikleri baskı nedeniyle, çocuklarına, belli bir yaşa kadar Alevi olduklarını dahi söylemiyorlar. şahkulu’nda görüştüğümüz gençlerden Yeşim Sürmeli ailesinin bir kaç yıl öncesine kadar Alevi olduklarını kendisinden gizlediğini şu buruk sözlerle ifade etmişti:
“Ailem Alevi olduğumuzu benden gizliyordu. Çünkü zarar görmemizden korkuyorlardı. Hor görülmemizi istemiyorlar.” Yeşim, on beş yaşında Alevi olduğunu öğrendiğinde, Aleviliğin ne olduğuna dair hiç bir fikri bulunmadığını da belirtiyor.
“Alevi olduğumu, mahallede Karadenizli arkadaşlarıma söylediğimde şaşırdılar. Ve açıkçası benden biraz soğuduklarını, tuhaf baktıklarını hissettim. Sonraları ben Alevilikle ilgili birşeyler öğrendikçe mahalledeki arkadaşlarıma da anlattım. Aramız düzeldi. Hala arkadaşız ve çok iyi anlaşıyoruz.”(1)
Yeşim şanslı. Mezhep farklılığının dostluklarını etkilememesi gerektiğine inanan sağduyulu arkadaşları da. Ama diğer çocuklar? Hangisi Alevilik konusunda doğru dürüst, sağlıklı bilgilerle büyüyor! Bir de şunu dinleyin; Açıköğretim Fakültesi’nde okuyan 22 yaşındaki Gül şahin, okulda bir arkadaşının Alevilerden söz açıldığında, “Dedeler köylere gittiği zaman önce ona bakire bir kız verdiklerini, sonra cemin başladığını” anlatmış. “Bunu duyunca şoke oldum. O zaman hiç bir şey bilmiyordum. İtiraz ettim ama... sonraları cemi, semahı araştırıp öğrendim ve doğrusunu arkadaşlarıma anlattım. şimdi bu sözleri söyleyen arkadaşım Aleviliğe benden daha meraklı” diyor.(2) Gençler yaşadıkları sorunu, sağduyu ile aşmayı başarmışlar. Bunu ne yazık ki her defasında tek başlarına yapmak, doğup büyüdükleri önyargılarla dolu sosyo-kültürel ortamda zorlu sınavlardan geçip dostluğun, kardeşliğin yolunu bulmak zorundalar. Onlara bu sınavda yardım edecek kimse yok, çünkü devlet okullarında anlatılan din derslerinde Aleviliğe ilişkin bir tek satır olsun bilgi edinme, tanıma, tanışma şansından yoksunlar.
Bütün bu saçmalıkların, hortlayıp karşımıza çıkan iftiraların, önyargıların, klişe bir söyleyişle iki binli yıllarda, üstelik Türkiye’nin en gelişmiş metropolü İstanbul’da yaşanıyor olması, hala ve hala da yaşanacak olması hepimize acı vermeli. Artık varın Kayseri’nin, Malatya’nın, Maraş’ın, Çorum’un ve daha yedi yıl önce otuz yedi insanın fanatizmin kurbanı olduğu Sivas’ın halini, bu çaresiz şehirlerde yaşanan gerilimi siz düşünün. Alevi çocukların inanç kimliklerine yönelik sözlü saldırılar, aşağılamalar, bütün bunların sonucunda inancını gizlemiş, okulda ve işte en yakın arkadaşına dahi söyleyememenin sıkıntısını yaşamış insanların öyküsü, ciltler dolusu kitaba malzeme olacak uzun bir “sözlü tarih” konusu olabilir. Bu belki de yaşanan sorunun sosyal ve psikolojik boyutlarını görebilmek için mutlaka yapılmalı. Burada kısaca değindiğimiz iyimser iki örneğe, pek çok okuyucunun da ikişer “anı” ile katılmaları ise ihtimal dışı değil.
Vaziyet bu! Peki okullarda okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde ne öğretiliyor? Bunca gerilime neden olan derslerin içeriği nasıl? Gelin hep birlikte kısaca göz atalım.
Farklı yazarlarca kaleme alınmış söz konusu kitaplara baktığımızda, din kültürü adına sergilenen tek yanlı yaklaşım tüm yalınlığı ile gözler önüne seriliyor. Dünyanın öbür ucunda, pasifik okyanusu kıyılarında yaşayan toplulukların inançlarına ilişkin olarak verilen bilgileri okuduğunuzda; “ne güzel!’ diyorsunuz; “çocuklarımız yeryüzünün farklı kültürlerini, inançlarını öğreniyor.” Kitaplar birbirine benzer bir kurguyla önce animist, çok tanrılı inançları ele alıyor. Konfüçyus dini, Taoizm, Budizm ve Hinduizm’den sonra, “üç semavi din”in anlatımına geliyor sıra. Önce Musevilik, sonra Hıristiyanlık. Ancak bu inançlara ilişkin bilgilerin salt İslami bir bakış ile verildiği, dahası İslami algılamanın sonucu varolmuş geleneksel polemiklerin iştahla sürdürüldüğü görülüyor. Örneğin Mustafa Ünal’ın yazdığı Lise Birinci Sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi adlı ders kitabında, İsa’nın Havarilerinin, Kuran’ın Al-i İmran Suresi 52. ayetinden aktarılarak “bizler Müslümanlarız” (3) dediği belirtiliyor!
Bir de şu ifadeye bakın: “İslam inancına göre Hz. İsa öldürülmemiştir. Öldürülen kişi, Hz. İsa’ya ihanet eden havaridir.” Sormak lazım, böyle bir polemiğe girmenin çocuklara ne gibi bir faydası olacak? Eğer Hıristiyanlar böyle kabul ediyorsa, din kültürü dersi çerçevesinde bu şekilde inanıldığına dair bir ifade ile vermek gerekmez mi? Dinsel polemiklerin yeri çocuklar için hazırlanmış ders kitapları mı? Yapılması gereken, Hıristiyan teolojisinin kabul ettiği inanç esaslarını nesnel ve yorumsuz bir dille aktarmak olmalı. Musevilik ve Hıristiyanlığın aslını koruyamadığı ve “bozulduğu” belirtilen kitapta, İslami dogmaların tek gerçekmiş gibi verilmesinin, “Allah katında geçerli din, bundan böyle sadece İslam’dır” ifadesini öğrencilere belletmeye çalışmanın laik bir yaklaşım olduğunu söyleyebilir miyiz?(4)
Din kültürü ve ahlak bilgisi ders kitaplarında yer verilen İslam dinine ilişkin bilgiler ise sadece Sünni İslam’ın kabulleriyle sınırlı! Namaz ve hac gibi ibadetlere dair ayrıntılar sayfalar boyu anlatılırken, Afrika’dan Afganistan’a uzanan geniş İslam coğrafyasında yüz milyonlarca insanın benimsediği şia Müslümanlığına ve Anadolu’da, Balkanlar’da hayat bulmuş Alevi İslam inancına dair tek bir satır bulabilmek mümkün değil.
Oysa, tek tip vatandaş anlayışının son bulması, farklı inançların nesnel bir dille anlatılması, Alevi İslam inancına dair bilgilerin de demokratik bir yaklaşım ile ele alınıp öğrencilere aktarılmasından geçiyor. Yoksa yaşanan sıkıntıların son bulması mümkün değil. Okullarda bu minval üzere yetişen öğrenciler, iş hayatında da inanç kimliklerini saklamak zorunda kalarak yaşamayı, tıpkı anne ve babaları gibi daha uzun yıllar sürdürmek zorunda kalacaklar. İstanbul’un göbeğinde Barbaros Suadiye Lisesi mezunu Oktay, Alevi olduğunu hep gizlediğini söylerken bu endişeyi taşıyor. Çalıştığı işyerindeki insanların Aleviler hakkında çok olumsuz düşünceler beslediğini anlatan Oktay, “niye itiraz etmiyorsun” şeklindeki soruyu, “bir yararı olmayacağına eminim” diye yanıtlıyor. “Bu benim için sadece sorun yaratacak. Bu insanlar çok önyargılı ve bir şey anlayacaklarını sanmıyorum!”(5)
O halde şu soruyu toplum olarak kendimize zormalıyız, bu önyargıyı gidermek için ne yapıyoruz. Alevi İslam inancının da Sünni İslam ve diğer inançlar gibi eşit, saygıdeğer olduğunu çocuklarımıza öğretebilmek için ne yapıyoruz? Aleviler tek tek arkadaşlarına, dostlarına “mum söndü” diye bir şeyin olmadığını anlatmaya çalışırken devlet ne yapıyor? Çoğulcu bir toplum, demokratik ve laik bir Türkiye için ülke çocuklarını nasıl bir yaklaşımla bilgilendiriyor?
Buyrun namaza!
Din kültürü ve ahlak bilgisi ders kitaplarında, Sünni İslam ibadetinin en önemli konusu namaz, detaylı biçimde anlatılmakta, namazın nasıl kılınacağı şekil ve resimlerle gösterilmektedir. Alevi İslam inancına göre ise namaz, Kuran’da salat kelimesi ile yer almakta ve nasıl kılınacağı belirtilmemektedir. Aleviler Ayin-i Cem adı verilen ibadetlerinde namaz kılarlar ancak bu namaz Sünnilerin namazından farklıdır ve bir daire etrafında “cemal cemale” yani yüzyüze kılınır. hangisinin doğru olduğu tartışması teolojik ve sonu gelmez bir ihtilaftır. İşimiz bu tartışmalara girip inanç alanında “gerçeğin” peşine düşmek değil. Kim nasıl kabul ediyorsa öylece Tanrı’ya ibadet edebilmeli. Tıpkı Hz. Musa’nın öğüt verdiği çoban meseli gibi. Ama ders kitaplarında Sünni İslam’ın namazı tek ibadet şekli gibi gösterilmektedir. Oysa Tanrı’ya ulaşmanın yolları çeşitli ve din kültürü müfredatı, adından da bekleneceği üzere bu çeşitliliğin güzelliğini, zenginliğini öğrencilere öğretebilmeli. Bu demokratik bir kültürün oluşmasında da önemli bir işleve sahip olacaktır. Tek bir biçimin dayatılması ise sanıldığı gibi bütünleştirici değil bölücü, ayrıştırıcı bir işleve sahiptir. Ama bakın Alevi çocukları eğer sınıfta kalmak istemiyorlarsa, “namaz nasıl kılınır?” bölümündeki şu ayrıntıları bilmek zorunda! Beraber okuyalım:
“Namazların kılınışı birbirinin yaklaşık olarak aynıdır. şimdi iki rekatlı bir namazın nasıl kılındığını görelim. Bu sabah namazının sünneti olabilir. Diğer şartlar yerine getirildikten sonra niyet edilir. Örnek olarak, ‘niyet ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya’ denir. Sonra eller açık olarak, baş parmak kulak yumuşağına değecek şekilde, ‘Allahu Ekber” diyerek tekbir alınır. Erkekler sağ elleriyle sol bileklerini kavrayarak göbekleri üstünde tutarlar. Hanımlar tekbir alırken ellerini, baş parmak uçları omuz hizasına gelecek kadar kaldırır ve göğüsleri üstüne korlar. Bundan sonra Sübhaneke okunur, arkasından da Euzü Besmele çekilerek Fatiha okunur. Sonra bir miktar Kur’an okunur. Bu kısa bir sure, üç kısa ayet veya o uzunlukta tek bir ayet olabilir. Kuran okuma bitince tekbir alınarak rükua varılır. Rükuda üç kez ‘Sübhaneke Rabbiye’l-Azim’ denildikten sonra, ‘Semi’allahu limen hamideh’ diyerek doğrulunur. Sonra tekbir alınarak secdeye gidilir. Secdede dizler, eller ve alın sırayla yere konur ve üç kez ‘Sübhane Rabbiye’l-A’la’ denilir. Allahu Ekber denilerek oturulur. Tekrar Allahu Ekber denilerek ikinci kez secdeye varılır. Yine üç kez ‘Sübhane Rabbiye’l-A’la’ denilir. Böylece namazın ilk rekatı tamamlanmış olur.
Secdeden ‘Allahu Ekber’ denilerek tekbirle ayağa kalkılır. Eller daha önce yapıldığı gibi bağlanır. Besmele çekilerek, Fatiha ile en az birinci rekat için söylediğimiz miktar Kuran okunur. Sonra ilk rekatta olduğu gibi rüku ve secde yapılır. İkinci rekattan sonra erkekler sağ ayak parmaklarını bükerek sol ayak üzerine, hanımlar ise, ayaklarını sağa alıp yere otururlar. Eller, dizler üzerine konur ve et-Tehıyyatü, Allahümme salli, Allahümme barik ve Rabbena duaları okunur.”(6)
Altıncı sınıf öğrencileri için hazırlanmış bu kitap, namaz duaları, namaz sureleri ve tercümeleriyle sürüp gidiyor. Kuşkusuz Ehli Sünnet’in namaz kuralları bunlardır ve saygı duyarız. Dileyen Sünni aile bu bilgileri çocuklarına öğretmekte özgür. Ama Allahaşkına laik bir eğitim sisteminde, Sünni İslam’ın ibadet kurallarını bunca ayrıntılı olarak ezberletmeye kalkışmak çocuklara “din kültürü” vermek midir? Bunun din kültürüyle ne ilgisi var. Bu bilgilerden sınava tabi olmak Sünni amellerden sorguya çekilmek değil de nedir? İbadetin nasıl yapılacağına dair bunca teferruat resmi devlet okullarında laik bir eğitim sisteminde nasıl izah edilebilir. Bütün bunları ezberleme mecburiyeti getiren ve Alevi, Sünni, Hıristiyan ya da dinsiz öğrencilerin “din kültürünü” bunlarla sınayan öğretmenlerin okullarımızda yarattığı gerilim toplumsal barışa hizmet midir!
Aynı kitapta oruç, da ayrıntılı bir şekilde anlatılmış. Tabii ki Ramazan orucu ve Alevilerin tuttuğu Muharrem orucundan tek satırla olsun bahsedilmiyor.
İslam dünyasında varolmuş farklı yorumları kendi çocuklarından saklayan zihniyetin sahipleri, eminiz ki bunu yaparken birlik ve beraberliğimiz bozulmasın türünden bir kaygıyla hareket ediyorlar ama, bu sadece kendilerince bir “birlik” ve memleketi getirip bıraktığı yer huzursuzluktan başka bir şey değil. Ulusal bütünlüğün öncelikle demokratik bir kültür ile hayat bulacağını, demokrasinin ise farklılıkları, temel insan hak ve özgürlüklerini yok sayarak gerçekleşmeyeceğini ne zaman göreceğiz?
Din derslerine ilişkin müfredat laik ve seküler bir bakışla yeniden kaleme alınmalı. Herhangi bir inancı, diğerinin bakış açısıyla yargılamayan, küçümsemeye kalkışmayan çoğulcu bir yaklaşım, aynı sıralarda ders gören farklı mezheplere ya da farklı dinlere mensup çocuklarımızın “farklılıklarıyla” kardeşlik duyguları içerisinde birarada yaşamayı öğrenebilmelerini de sağlayacaktır. Maraş, Çorum, Sivas olaylarının bir daha asla yaşanmamak üzere tarih sayfaları arasına gömülebilmesi, her şeyden çok bu yaklaşımın hayatımıza ve geleneksel alışkanlıklarımıza etki edebilmesine bağlı. “Alevilik-Bektaşilik Açısından Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” adlı kitabın (7) yayıncısı şakir Keçeli’nin, kitabı reddeden Milli Eğitim Bakanlığı’na karşı başlattığı hukuk mücadelesi bu bakımdan büyük öneme sahip ve bu nedenle kamuoyunun desteğini hakediyor.
Avrupa Birliği’nde din dersleri
Devlet ile kilise arasındaki ilişkilerin tarihsel gelişimine dair farklı tecrübelere sahip Avrupa ülkelerinde din derslerinin yöntem ve içeriğine ilişkin tek bir model bulunmuyor. Belçika, İtalya, Lüksemburg, Hollanda ve İspanya’daki okullarda farklı mezheplere göre ayrılan din dersleri seçmeli ders olarak okutulurken özellikle Belçika ve Lüksemburg’da öğrencilerin din dersi yerine geçebilecek başka dersler arasında bir seçim yapabilirken İspanya’da isteğe bağlı din derslerinin yerine başka bir ders alma zorunluluğu da yok. Danimarka’da mezhep ayrımı yapılmaksızın oluşturulan din dersi müfredatının yanısıra, sadece Protestan mezhebine uygun din dersleri veren okullar bulunuyor ve buradaki derslerin devletin gözetimi altında bölgesel Protestan Kilisesi tarafından veriliyor. İngiltere’de iki yıl önce yürürlüğe konan yeni eğitim reformuna göre ise İngiltere ve Galler’de bulunan devlet okullarında temel derslerle birlikte “mezhepler arası din dersleri” de müfredatta yer alıyor.
Hıristiyan-İslam Dökümantasyon Araştırma Merkezi Müdürü Hans Vöcking de, “İnsan hakları temeline dayanarak, büyüme çağında olan bir kimse, devlet okullarının müfredatı dahilinde kendi dini geleneğine uygun olan din dersini de içeren kapsamlı bir eğitim alma hakkına sahiptir. Mezheplere göre ayrılmış ve hoşgörülü bir yapısı olan din dersleri Avrupa Eğitim Sisteminin gelecekteki şekli için en uygun olanıdır” diyerek Finlandiya’da en az üç Katolik öğrencinin aynı okula gitmesi halinde bu öğrencilerin din dersi alma konusunda yasal hakları bulunduğunu, Avusturya, Portekiz, Lüksemburg gibi kimi ülkelerde ise din derslerinin protestan ve katolik kiliseleri tarafından verildiğini kaydediyor. Her iki mezhebin de eşit olarak sunulduğu Almanya’da ise mezheplere göre ayrılan bir din dersi sisteminin sürdürüldüğünü belirten Vöcking, Danimarka, İngiltere ve Galler’de din derslerinin mezheplere göre ayrılmayan karakterlerine dikkat çekerken, Yunanistan’da din dersi uygulamasının büyük oranda Ortodoksluktan etkilendiğini belirtiyor.
“Bir taraftan bazı Avrupa ülkeleri ibadet özgürlüğünü kültürel ve eğitimsel bir boyut olarak eğitim alanında uygulamaya geçirirken, diğer taraftan kendilerini ortak bir Avrupa’nın oluşumuna adayan bazı ülkeler tek bir dine ve düzenlemeye yönelik eğitim sisteminden doğan problemlerle karşılaşacaklardır” diyen Vöcking tam da Türkiye’nin içinde bulunduğu sancılı duruma işaret ediyor gibi.
Batı din derslerinde çoğulcu ve mezhepsel duyarlılıklara gözönünde bulunduran bir eğitim anlayışını benimser, öğrencileri, ebeveynlerini ve inanç temsilcilerini de bu sürece katma konusunda farklı modeller geliştirip varolan ve doğal olarak bundan sonra da varolacak sorunların çözümü için canlı bir tartışma ortamını özendirirken, Türkiye, din dersi eğitiminde Sünni İslam’ı tek inanç biçimi olarak dayatmayı sürdürüyor. Sünni İslam mezhebini esas alarak örgütlenen ve Alevi yurttaşların, cem evlerinde sürdürdüğü ibadetlerini en yetkili ağızlardan “cümbüş” ya da “folklor” olarak niteleyen Diyanet İşleri, İslam adına tek belirleyici olma “yetkisini” kolay kolay bırakmaya razı olmayacak gibi ama öyle görünüyor ki pek yakında Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları inanç özgürlüğü konusunda da AİHM kapısını çalmaya başlayacak ve birikmiş binlerce davaya yüzlercesi daha eklenecek.